Bu yazımızda, bir zamanlar felsefenin içerisinde yer alan fizik, matematik, sosyoloji, psikoloji gibi disiplinlerin felsefeden ayrı birer dal haline gelmesiyle felsefenin günümüzde ne işe yaradığı sorusu üzerinde durduk.

Günümüzde Felsefeye İhtiyacımız Var Mı?

Bernard Russell’a göre birçok insan felsefenin ne yararı ne de zararı olan, önemsiz ve bilinmesi olanaksız konular üzerinde çalışmaktan ibaret olduğunu sanmaktadır. Günümüzde felsefenin diğer disiplinlerden soyutlanmış bir şekilde, görece daha soyut kavramlar üzerine yoğunlaşarak sonucu olmayan tartışmalardan oluştuğu düşüncesi felsefeye olan bakış açısı ile bir paralellik taşıdığını söyleyebiliriz. İnsanların felsefe ile hem çok geç yaşta karşılaşması- eğer karşılaşabilirlerse- hem de bu karşılaşmanın çoğunlukla belli kavram yığınlarından ibaret olması bireyin kendini ve doğayı anlama süreci ile bir zıtlık meydana getirmekte.

İnsanlık tarihi boyunca bizler, etrafımızda olup biten her şeyi çok küçük yaşlarımızdan itibaren anlamlandırmaya başlarız. İçimizdeki evrenin doğasını anlamlandırma isteği bizlerin kozmik zamanda çok kısa bir süre sayılan 30.000 yıl içerisinde avcı-toplayıcılıktan atmosfer dışına çıkabilmeye yetecek bilgi birikimine sahip olmamıza olanak tanıdı. Bir zamanlar felsefenin içerisinde yer alan fizik, matematik, sosyoloji, psikoloji gibi disiplinlerin felsefeden ayrı birer dal haline gelmesiyle hayata salt pratik amaçlarla bakan bireylerin, somut olgulardan başka bir gerçekliğin var olamayacağını -olanların da sadece teolojik temellere dayanması gerektiğini- düşünmelerine neden oldu.

Bugüne dek kesin yanıtlar bulmuş sorular bilimler içine alınmış, yalnızca şimdi kesin yanıtları bulunmayanlar felsefe denilen artığı oluşturmak üzere bırakılmışlardır.” (Bernard  Russell, 1912)

 

Herkesin gündelik hayatı içerisinde kendine ve dünyaya bakış açısını belirleyen, doğru bildiklerini yanlış bildiklerinden ayırmasına ve salt içgüdü ve deneyimleriyle yaşayan hayvanlardan ayrılmasına olanak tanıyan hayat felsefeleri vardır. Fakat çoğu insan bunları sorgulamadan belli bir düzen içerisinde hayatını idame ettirmeye çalışır. Bazıları bu düzenden belli kırılma noktaları vasıtasıyla (kimi zaman bir kitap, kimi zaman bir kayıp, kimi zaman da sadece gündelik hayatlarının vermiş olduğu bıkkınlık) çıkarak yaşadıkları toplumların etik, politik ve estetik normlarının üstüne gitmeye ve gündelik hayatlarının monotonluğundan kaçmaya başlarlar.

Çoğu insanın, felsefenin kendilerini doğru yoldan çıkaracağı düşüncesi ile sorgulamaktan kaçınması felsefeyi ailelerin görüşülmesini istemediği kötü çocuk yapmaktadır. “Felsefe yapma” demenin günümüzde boş konuşmak, geyik yapmak gibi anlamlar kazanması ve pratik olarak işe yaradığı düşünülen disiplinlerin de kendisinden ayrılması ile felsefenin günümüzde ne işe yaradığı sorusu ile sıkça karşılaşmaya başlıyoruz.

Bunlara rağmen, günümüzde sadece felsefeye özgü olan birçok önemli tartışma noktasının bulunduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, bilim bizlere neyi nasıl yapmamız gerektiğini söylerken yaptıklarımızın doğru veya yanlış olup olmadığı ile ilgilenmez. Teoloji bize belli görüşlerin savunduğu doğru ve yanlışları gösterir ama objektif olarak iyi ve kötü kavramlarını incelemez.  Yani diğer disiplinler, felsefenin aksine, doğrunun ve yanlışın ne olduğu sorusu ile ilgilenmekten ziyade, doğru kabul edilenlerin ne şekilde uygulanılması gerektiğini ile ilgilenmektedir.

Peki günümüz dünyasında felsefeye ihtiyacımız olduğunu kabul etsek bile, herkesin felsefeye ihtiyacı olup olmadığını kabul edebilir miyiz?

“Felsefe kendinden tiksinme hissiyle yakından alakalı olarak merak değil, utanç duyarak başlar. Eğer kendinizden fazlasıyla memnunsanız, utandığınız herhangi bir şeyiniz yoksa olduğunuz gibi mutlusunuzdur ve felsefeye ihtiyacınız yoktur.” Costica Bradatan

İhtiyaçlarımız ile arzularımızın birbirinden ayrı şeylerdir ve bazı zamanlarda kendi ihtiyaçlarımızın bile farkında olamayabiliriz. Örneğin, bir şeker hastası tatlı arzulayabilir fakat ihtiyacı olan şey insülindir. Çoğu zaman bedenlerimize gösterdiğimiz özeni, zihnimize göstermememizden dolayı zihnimiz için olan ihtiyaçlarımızdan daha kolay feragat edebilmekteyiz.

Felsefenin değeri, önünde düşünceye daldığı evrenin büyüklüğü yoluyla zihinde büyümüş olur ve en yüksek değerini yani evrenle bütünleşme yeteneğini kazanır.” (Bernard Russell, 1912)

Felsefenin, yanıt bulmaktan ziyade soruların kendisi için öğrenilmesi gerektiğini savunan Russell’ın aksine, günümüzde verilen felsefe eğitimi çok daha farklı pratikleri öncelemektedir ve üniversitelerde verilen felsefe diplomaları da çok daha farklı şekillerde değerlendirilmektedir. Pratikte bir getirisinin olmadığının düşünülmesinden dolayı çoğu felsefe öğrencisine daha okurken potansiyel işsiz gözüyle bakılmaktadır. Böyle bir bakış açısı ile karşılaşan veya karşılaşacağını düşünen bireyler, gelecek kaygısının verdiği rahatsızlık ile hem kendilerine hem de felsefeye yabancılaşmaktadır. Çok fazla sayıda öğrencinin her sene girdiği felsefe bölümlerinden mezun olan bireyler, diğer sosyal bilim bölümlerinden mezun olanlar ile birlikte ucuz iş gücü olarak piyasada kaybolduğunu söyleyebiliriz. Fakat bütün bunlara rağmen hem nitelik hem de kaynak bakımından yetersiz olan birçok yükseköğretim kurumunun her sene kontenjanlarının arttırılması da arz-talep dengesinin her geçen gün daha da açılmasına neden olmaktadır. Sosyal bilimlerin birçoğunda görülen bu problemin ilerleyen zamanlarda nasıl bir boyuta ulaşacağını bilmemekle beraber, ümit vadeden bir senaryonun da görülmediğini söyleyebiliriz.

Peki sizce dünyanın bu kadar fazla felsefeciye/felsefe okuyan insana ihtiyacı var mıdır?

Kaynakça:

Bernard Russell, The Value of Philosophy, 1912.

Yıldız Silier, Oburluk Çağı, 2010, Yordam Yayınları.

Alan Wood, Felsefe ve Din: Felsefeye İhtiyacımız Var Mı?


BENZER YAZILAR

Tanzimat Türk Romanının Gözde Mekanları: Beyoğlu ve Çamlıca

Tanzimat Dönemi'nde yazılan Araba Sevdası, İntibah, Felatun Bey ile Rakım Efendi gibi romanlardaki gözde mekânlara yakından bir bakış.


Paylaş