Hem Fransız yazar Gaston Leroux'nun gotik türdeki ilk örneklerinden biri olan, hem de tutku ve trajedi bağlamında okurlarını sanatın kalbine sürükleyen roman: Operadaki Hayalet

Gaston Leroux Biyografisi

Aslen bir gazeteci ve muhabir olup, polisiye türündeki eserleriyle nam salmış yazar Gaston Leroux 6 Mayıs 1868 Fransa, Paris doğumludur. Yaşadığı aile baskısı nedeni ile hukuk eğitimi aldıktan sonra hayatının bir dönemini hukuk alanında çalışarak geçirmiştir. Ancak özellikle babasının vefatının ardından pek de memnun olmadığı mesleği onu dünyayı gezdiği muhabirlik işiyle buluşturdu. Ülkesine dönüş zamanının ise Rus Devrimi esnasına denk geldiği tahmin ediliyor. 1907 yılında yayınladığı polisiye gizem türündeki kitabı Sarı Odanın Esrarı bu türdeki başlangıç eserlerden biri olarak başarı yakaladı.

Eğitim hayatında Victor Hugo ve Alexandre Dumas gibi usta yazarları okuyan ve onları örnek alan Leroux, Palais Garnier Opera Binası'na yaptığı bir ziyareti sonucu hayranlığını 1910 yılında Le Fantome de L'Opera (Operadaki Hayalet) romanında yazıya aktardı. Çok fazla okuyucuya ulaşamayıp bazı sert eleştirilere de maruz kalan eser, ilk kez film versiyonu uyarlanana kadar yazara pek başarı getiremedi. Yaşamının geri kalanını yazarlığa adayan Gaston Leroux 57 yaşında iken Nice, Fransa'da hayata veda etti. 

Operadaki Hayalet Kitap Özeti

19. yüzyıl Fransız edebiyatı gotik türü ilk örneklerini henüz vermeye başlamış iken, Paris'te bir opera binasında yaşandığı söylenen bazı ürkütücü dedikodular halk arasında yayılmıştı. Meraklı ve araştırma heveslisi olan yazar/gazeteci Gaston Leroux için bu dedikodular ilgi çekiciydi. Opera binasını ziyaret etmesinin ardından tanıklar ve şahitler doğrultusunda herkesin gerçekliğini merak ettiği esrarengiz olayı gün yüzüne çıkardı. Romanına esinlenerek konu edindiği bu olay için yazar "Ben onu tanıdım, gerçekti ama bir hayalet gibi yaşıyordu" ifadelerini kullandı. Okuyucularına bu gizemli olayı gerçek versiyonuna bağlı kalarak anlatan yazarın aynı adlı eseri Operadaki Hayalet'in özeti ise şöyle;

Dünyaya gözlerini açtığı günden itibaren dış görünüşü hakkında annesinden bile çokça hakarete maruz kalan Erik, hiç kimse tarafından sevilmemiş, oldukça zayıf, soluk tenli ve yaklaşık üç saç teliyle görenleri ürküten bir adamdır. Küçük yaşlarında annesinin ona çirkinliğini kapatsın diye fırlattığı ve her zaman takması gerektiğini söylediği yüzündeki maske tek süsü olmuştu.

Ancak buna rağmen Erik tam bir müzik dehasıydı. Sesini kullanışı ve onu icra edişi eşsiz güzellikteydi. Buhran içindeki yaşamını babasının ölümüyle evi terk edip Avrupa'yı gezdiği esnada karşısına çıkan sirkte çalışma fırsatı ile az da olsa sonlandırır. Sirk sahibi onu gösterilerinde yaşayan bir ölü olarak sergilese de, sirkte sesini göstermesi dinleyiciler tarafından muazzam karşılanır ve Erik'e epey ün kazandırır. 

Bu şöhrete rağmen Erik'in tek bir arzusu vardır; herkes gibi gidip geldiği bir iş, pazar tatilleri, küçük bir ev ve sevgi dolu bir evlilik. Paris'e gitmesinin ardından burada inşa edilen opera binasının yapım aşamasında yer alır. Öyle ki kendince gizli bir labirent oluşturmasının ardından binanın mahzenine kendisi için bir ev yapar. Kimseye gözükmeden burada yaşamını sürdürmeyi planlarken gizli geçitler aracılığı ile olup biteni gözlemleyebilecektir. 

Christine Dae isimli genç ve güzel kadın opera şarkıcılarından biriydi. Erik localardan birinden prova esnasına denk gelerek Christine'i izleme fırsatı yakaladı. Binadaki opera müziklerini hiç beğenmeyen Erik, o anda sahnedeki kadına aşık oldu. Christine her ne kadar orada bulunsa da, küçük yaşlarda onu müzik adına eğiten babasını kaybettiğinden oldukça hevessizdi. Babasının ise ona anlattığı "her müzisyen hayatında bir defa müzik meleği ile tanışır" cümlesi hep aklındaydı.

Günlerden bir gün Christine'in odasına açılan gizli geçitlerden birini kullanan Erik, onunla tanışarak yüzünü göstermeden şarkı söyler. Christine hayranlık içinde kalıp ona müzik perisi olup olmadığını sorar. Fırsattan istifade eden Erik evet diyerek dilerse onu iyi bir soprano yapabilmek için eğitebileceği teklifinde bulunur. 

Bu büyüleyici ses karşısında Christine'in teklifi kabul etmesinin ardından baş şarkıcı bir hayalet tarafından şovunun sabote edildiğini belirterek çekilir ve yerine Christine'in geçmesi gerektiği söylenir. Erik'in verdiği dersler oldukça başarılı olur ve seyirciler tarafından Christine çok beğenilir. O artık prima donnadır! Lakin seyirciler arasında tek bir kişi Christine'in ilgisini çekmektedir; çocukluk aşkı vikont Raul de Chagny. Birbirlerine aşık olan çift için tek engel Erik'dir. Çünkü Christine'e ders vermesi karşılığında evlenmemesi şartını koşmuştur. Mistik şeylere inancı olmayan Raul, müzik perisi diye bir şeyin gerçek olmadığına dair Christine'i uyarır ve tehlike içinde olduğunu fark eder.

Aşkını itiraf etmeye hazırlanan Erik artık dayanamaz ve tüm gerçekliği ile Christine'in karşısına çıkıverir. Genç kadın çirkin görüntünün karşısında dehşete kapılarak aşkına karşılık veremeyeceğini ancak müziğine hayran olduğunu dile getirse de Erik tatmin olmaz. Geçirdikleri bir süre sonrasında Christine ve Raul kaçmaya karar verir. Kaçacakları akşam tam da gösterinin ortasındayken Erik, Christine'i zorla sahneden kaçırır. Raul her yerde sevgilisini ararken, Erik'i çok önceden beri tanıyan Acem isimli adam kaçmış olabileceği yeri, yani mahzendeki evini açığa çıkarır. Birlikte oraya kaçmış olabileceklerini düşünerek giderler ancak onları bekleyen tuzaklardan birine yakalanırlar. Ölümün eşiğinde oldukları esnada Erik, Christine'e bir teklif sunar.

Ya onunla evlenecektir ya da Raul ve Acem ölecektir. İkisinin serbest kalması karşılığında evlenme teklifini mecburen kabul eden Christine tüm soğuk kanlılığı ile Erik'in karşısında dikilir ve gözleri ile ona olan öfkesini gösterir. Çaresiz ve aşkından aklını yitirme noktasına gelen Erik, karar değiştirerek kadının ayaklarına kapanıp, onun mutsuzluğuna dayanamadığını ve gitmesini söyler. Fakat yine bir şartı vardır Erik'in; ölümünün gazetede yayınlanmasının ardından Christine'in geri dönmesini ve onu elleriyle gömmesini ister.

Duygu karmaşası içindeki Christine teklifi kabul ederek Erik'in alnına hayatının ilk ve son öpücüğünü verip Raul ile kaçar. Bir kadın tarafından ilk defa, hem de bu biçimde dokunulan Erik acısının pek de uzun sürmeyerek onu yaşatmayacağını bildiğinden sabırla ölümü bekler. Dediği gibi de olur ve öldüğü gün Acem gazeteye ilan verir. Böylece Christine sözünde durarak geri döner ve Erik'i, nam-ı diğer operadaki hayaleti kendi elleriyle sonsuzluğa gömer.

Kitabın Opera ve Beyazperdeye Uyarlanması

Her ne kadar adından dolayı bir müzikal ya da opera ürünü olduğu düşünülse de eser ilk kez müzikal versiyonuyla 1986 yılında Londra West End Tiyatrosu'nda izleyici ile buluştu. Halen Broadway tarihindeki en uzun yapıt olma ününü de sürdürmektedir. Ayrıca başrolündeki Michael Crowford da Olivier and Tony Awards for Best Actor in a Musical ödülünü kazanmıştır.

Eser sonraları Operadaki Hayalet adıyla 2004 senesinde Andrew Lloyd Webber ve Emily Rossum başrollerinde beyazperdeye uyarlandı. Yönetmenliğini Joel Schumacher'in üstlendiği film 77. Oscar ödüllerinde 3 dalda aday gösterildi. 

Operadaki Hayalet Fragman

Kaynaklar 

https://en.wikipedia.org/wiki/The_Phantom_of_the_Opera_(1986_musical) 

https://en.wikipedia.org/wiki/The_Phantom_of_the_Opera

https://en.wikipedia.org/wiki/Gaston_Leroux


BENZER YAZILAR

Pygmalion ve Galatea: Mitolojiden Sahneye Epik Bir Nostalji

Zamana meydan okumuş, farklı senaryolarda kendine yüzyıllardır yer edinmiş, Antik Yunan'dan Londra'ya uzanan ilk yolculuğu ile romantik bir trajedi.

Modern Edebiyatın Romantik Yazarı: Nicholas Sparks

"The Notebook" eseriyle tanınan Nicholas Sparks ve eserleri hakkında bilgiler.


Paylaş