Emre Orhun çizdi, Hakan Günday yazdı. Kana Diz Kana romanına bir bakış.

Kana Diz Kana Hakkında

Emre Orhun 2005 yılında altı sayfasını çizdiği bir roman hakkında Hakan Günday'la telefon görüşmesi yapar. Orhun, çizimlerin hepsi tamamlandıktan sonra baloncuklarının içini dolduracağını hikâyeye çizimlerin karar vereceğinden bahseder Günday'a. Günday, altı sayfalık çizimi kendisine yollamasını ister.

2015 yılında yine bir telefon konuşması gerçekleşir. Emre Orhun çizimlerini bitirdiğini söyler. Hakan Günday'ın aklına bir fikir gelmiştir. Tek çizgi iki roman hikâyesi bu fikirle başlar. Emre Orhun'un çizimlerine hem kendisi hem de Günday roman yazacaktır. 2016 yılında Emre Orhun'un Medley romanı yayımlanır. Günday, Medley'i ne kadar merak ederse etsin okumaz. Hakan Günday, 2020 yılında bu çizimlere roman yazmaya başlar. Bu yolculuğunu şöyle anlatır: "Başkası tarafından çizilmiş bir labirentte kendime ait bir çıkış yolu aradım. Bulup bulamadığımı bilemiyorum ve umrumda da değil." Böylelikle Kana Diz Kana ortaya çıkar. 

Kana Diz Kana Ne Anlatıyor?

Hikâyemiz bir hafıza kaybıyla başlıyor. Roman kahramanı diz acısıyla uyanır ve bu yaranın nereden geldiğini hatta kendisinin kim olduğunu bile hatırlamaz. Tıpkı her insanın hikâyesinin başladığı gibi. Bu sırada yanına bir palyaço gelir ve yarasını kendisine satmasını ister. Fakat o yarasını satmak istemez. Palyaço onu ikna etmek ister ve kısa bir yürüyüşe çıkarlar. Palyaço yaraların ikiye ayrıldığını -kaynağı belli olan yaralar ve kaynağı belli olmayan yaralar- bir yarayı kimin veya neyin açtığı belli değilse acı piyasasındaki değerinin daha yüksek olduğundan bahseder. Tam bu sırada kahraman hatırlamaya başlar, palyaço ise onu durdurmak için peşinden gider. Çünkü acının kaynağını hatırlarsa piyasadaki değeri düşer. Palyaço, onu durdurur fakat artık yarası acımaz. Artık palyaçonun satın alabileceği bir şey kalmaz. Acısını abarttığını dile getiren kahramanımız bunun da acı piyasasındaki değerinin yüksek olduğundan habersizdir. Palyaço tekrar acısını satması için ona ısrar edip durur ve o da başka bir yola saparak palyaçodan kaçar. Kaçtığı yerde ummadığı huzursuzluğun içine düşer. Huzursuzluk somutlaştırılmış ve bir canavara dönüştürülmüştür. Palyaço huzursuzlukla savaşarak onu kurtarır. Birbirlerine veda ederler. Kahramanımız kendini hatırlama yolculuğuna başlar. Acısının geçtiğini artık canının yanmadığını söyleyince palyaço ondan vazgeçer ve romandan ayrılır. Roman kahramanının asıl yolculuğu başlar.  

Bir deniz yolculuğuna çıkar. Harabe bir gemiye girer ve gemidekilerin kendisi hakkında konuştuklarını duyar. Gemidekiler, onun acısını satmadığı için deli olduğunu ve deliliğin de acıdan daha çok para ettiğini söylerler. Aralarında anlaşıp onun deliliğini çalmak isterler. Bu deliliği de bir korkağa satmak için anlaşırlar. Bu bölümde bardaki bir ihtiyar tarafından kahramanımızın yolculuğunun hikâye gibi anlatıldığını görürüz. Gemidekiler onu bağlayıp beynindeki deliliği söküp alacaklarken bardakilerin hikâyeye yön verdiğini görüyoruz. Onun ölmesini kabul edemezler. Kendileri hayal kurmaya devem ederler ve onun gemidekilerden kurtulmasını sağlarlar. Denizin korkunç dalgalarında savrulur gider kahramanımız. 

Öldüğünü düşünürler ama o hayatta kalır. Zamana tapılan bir adaya düşer. Tam da zaman tanrısına kurban verilecek günde. Adadakiler bunu ilahi bir işaret olarak algılarlar ve onu kurban etmek için hazırlarlar ve kurban edilir. Barda hayal kuranlar, kurdukları hayali tekrar kurmaya başlarlar. Kahramanımız adadakilere gerçek tanrının an tanrısı olduğunu ve kendisinin de bu dinin peygamberi olduğunu söyler. Adadakiler an tanrısını kabul ederler. An tanrısına kurban vermeye gerek de yoktur ama ona bir tapınak inşa etmeleri gerekir. Adadan biri kendini anın peygamberinin peygamberi ilan eder ve an tanrısına kurban adamaları gerektiğini söyler. An tanrısına kurban verilen kişi yine kahramanımız olur. Bardakiler ne yaparlarsa yapsınlar sonu hep ölümle biten hayal kurarlar ve hayali kahramanları sürekli kendisini öldüren hayalperestlerinden kaçar ve kendi gerçekliğine gider. Burası hayali kahramanların kendi hayallerinden kaçtığı yerdir. Bu yere yeni birinin geldiği duyulur ve yeni gelenin korkunç bir hayalden ve sürekli ölümden kaçtığı konuşulur. Karakterimiz vardığı yere ait olduğunu hisseder şimdi yapması gereken tek şey kendisini bulmasıdır. Bu sırada hayalperestler onu geri almak için hayal dünyasına bir kapı açmaya çalışırlar. Fakat eski masal kahramanı bu kapıyı mühürler. Ona artık özgür olduğunu sevgilisi söyler. Bu özgürlükle ne yapacağını bilemez ve kaçtığı yerde yeni bir hayata başlar. Kendi geçmişiyle yüzleşir. Yüzleşmenin ilk şartı da ilk önce hatırlamak sonra unutmaktır ama kim olduğunu bulamaz. Bu haber ise her yere yayılır ve herkes onun kim olduğunu keşfetmeye çalışır. Unuttukları bir şey vardır kimse onun yerine kim olduğunu keşfedemez. Bu durum herkesi rahatsız etmeye başlar ve onu geldiği yere geri göndermek isterler. Böylelikle evine saldırırlar. Saldırıdan sevgilisiyle birlikte kaçar. Bu sırada hayalperestlerde hayali kahramanlarını ellerinden kaçırdıkları için birbirlerini suçlarlar ve kendilerini yalnız hissederler.  

Kaçtıkları yerde kendi hayal dünyasını kuracaklarını uyandıkça anlarlar. Eski masal kahramanın neden bir hayal dünyası yarattığını anlamaya başlarlar. Orası bir hayal ülkesi değildir. Masal kahramanının hapishanesi olduğunu anlarlar. Çünkü hayal etmeyi bildiği tek şey hapishanedir. Kahramanımız eski masal kahramanına saldırır. Yoldan geçenler ise onun sadece bir tavşana saldırdığını düşünür ve olaya müdahale ederler. Kahramanımıza tehditler savururlar ve sevgilisine tecavüz ederler. Kahramanımız bu yerden kaçar ve hayal kuramadığını söyleyerek sevgilisine veda eder. Bu sırada hayalperestler hayali kahramanlarının onlara döneceğini bilirler. Bu sırada hayali kahramanları gerçekliğe kaçmaya başlar fakat kaybolur. Yine bir diz acısıyla uyanır ve kim olduğunu, yaranın kaynağını hatırlamaz.  

 

Kana Diz Kana Üzerine Bir Bakış 

Romanımız herkesin hikâyesinin başladığı gibi boş bir hafızayla ve boş bir sayfayla başlar. Bu boş sayfalar kendimizi bulma yolunda dolacaktır. Hakan Günday’ında belirttiği gibi “Galiba hepimizin hikâyesi aynı başlıyor. Boş bir hafıza yani boş bir sayfayla. Sonra da o sayfaya yazdıkların sadece sana ait bir yol oluyor ve üstünde yürüyorsun. Hatta soluksuz kalana kadar koşuyorsun. Belki arada tökezleyip düşüyorsun. Belki dizin kanıyor ama aldırmıyorsun. Çünkü biliyorsun: Ya dizin kanayacak ya da sayfa boş kalacak.” Tam olarak böyle. Yolculuğumuz ne kadar acı verici olursa olsun ne kadar düşersek düşelim sayfalarımız doluyor ve acılar da bize ait kanayan diz de bize ait oluyor. Bazen bu acıların neden kaynaklandığını unutmak isteriz, bir daha hatırlamamak üzere bu yüzden kendimize bir çıkış yolu yaratırız. Hayallere sığınmak isteriz acılarımızdan kurtulmak için fakat önünde sonunda bu kendimizi kaybetmemize neden olur. Gerçeklik algılarımızı yitirmeye başlarız. Bu nedenle insan acılarıyla var olur. Onlardan ne kadar kaçmak istesek de. “Hatırladıklarını unutmak, unuttuklarını hatırlamak ister insan. Kendi içinde döner durur.”  


BENZER YAZILAR

Dağıtım Aşamasındayken Toplatılan Kitap: Medar-ı Maişet Motoru

Sait Faik’in kendi olanaklarıyla kitaplaştırdığı, eşitlikçi ve özgürlükçü düşünceler içerdiğinden “sakıncalı” olarak görülen, roman kahramanına eski bir asker kaputu giydirdiği için sıkıyönetim mahkemelerince toplatılan eser.

Edebiyata İlham Veren Efsaneler

Ünlü yazar ve şairlere ilham vererek edebi eserlere konu olan dört efsane.


Paylaş