Kalibre 2
Kelimeler, insanların gördüklerini ve düşündüklerini yansıtan göstergelerdir. Bu kelimelerden bazıları kimi zaman öyle çok kullanılırlar ki yansıttıkları özden, temel olarak ifade ettiklerinden oldukça uzak ve karmaşık bir yeri işaret ederler.
Bu yazı serimizde; düşünce dünyamızda, günlük tartışmalarımızda fazlasıyla yer kaplasa da bir tür aşınma sonucu “özünde” ne olduğunu unuttuğumuz kavramları; felsefenin, saf ve tutarlı bilginin ışığında "kalibre" edeceğiz.
Kölelik, ataerkillik, monarşi, kast sistemi…Bunlardan en az biriyle yüzyıllar boyu yaşayan toplumları, günümüzde “fırsat eşitliği” vaadinde bulunan liderler yönetiyor. Eşitsizliği, sınıf ayrımını; paranın, gücün getirdiklerini ve götürdüklerini bu kadar benimseyen insanlarla “eşit” bir düzen yaratmak ya da bu “eşitliği” doğru tanımlamak mümkün müdür peki?
Bir Konsept Olarak Eşitlik
Eşitliğin alt başlıklarından, mümkünatından, doğallığından bahsetmeden önce ne olduğu konusunda bir bölgeyi sınırlandırmak gerekir. Eşitlik, hem tanımlayıcı hem de kural koyucu bir konsepttir. Tanımsal olarak iki şeyin sayısal ya da şekilsel olarak denk olmasını, özdeşliği içerir. Engels’a göre saf olarak eşitlik, insanlarının “insan olma” dışındaki bütün vasıflarından arınarak ortak bir şeye sahip olmasını gerektirir; ki bu da pek mümkün gözükmez. Bir de insanların eşit muamele görmesini, eşit haklara dayanan sosyal ilişkiler kurulmasını ön gören eşitlik vardır. Herhangi bir şeyin bireyler arasında dengeli bir biçimde bölüştürülmesi gerektiğini ifade eden bu ifadede bölüştürülebilecek pek çok kavramdan, farklı felsefi yaklaşımlardan, ideolojiden bahsedilebileceğinden ortak bir tanımda buluşmak oldukça zordur.
Aristo ve Eşitliğe İlk Bakış
Eşitlik hakkında ilk fikir yürüten filozoflardan biri Aristo’dur. Bu yürüttüğü fikirlerin çoğunlukla “asil” olarak nitelendirilen insanlar çevresinde geliştiğinden toplumun bütününde değil de sınıfların kendi içinde arzulanan bir eşitlikten söz ettiğini belirtmek gerekir. Kadınları, köleleri ve asil olmayan insanlara uygulanan ayrımcılığı mazur gören bir yaklaşımı vardır. Aristo’ya göre, asil vatandaşlar arasında oy verebilme, aday olabilme gibi vatandaşlık hakları konusunda mutlak bir eşitlik vardır, çünkü bunlar yasalarca korunan vatandaşlık haklarıdır. Ancak bireysel nitelikleri bakımından bu vatandaşlar kendi içinde ayrılır, kimisi çok zengin, kimisi bilge, kimisi fiziken çok güçlüdür. Helenistik siyaset, monarşik düşünce de tam olarak bu eşitsizliklerin üzerine kuruludur. İnsanı doğal olarak eşitsiz kabul eden Klasik siyaset filozofları, eşitlemenin yollarını arar.
Aristo’nun anlayışı ise denklikten ziyade hassas bir orana dayanan ikili bir sistemdir. Aynı şartlar altındaki iki farklı insana aynı davranılması gerektiğini düşünür ve buna denkleştirici adalet der. Seçimlerde herkesin oyunun bir sayılması, aynı suçu işleyen iki farklı bireyin aynı muameleyi görmesi bu kapsamdadır. Dağıtıcı adalete göreyse onurun ve malların paylaşımı, insanların yetenekleri ve yeterlilikleriyle doğru orantılı olmalıdır. İki çalışandan, daha çok mesai harcayana, yani daha çok “hak edene” hak ettiğini vermek bu kapsamdadır. Aynı şekilde ortada bulunan bir yemeği aç ve tok iki insan arasında bölüştürürken, aç olana daha çok pay vermek de.
Eşitsizliğin Kaynağı
Aydınlanma düşünürlerinden Rousseau, insanlığın en önemli iki değerini, özgürlük ve eşitlik olarak belirler. “Bir insan özgürlüğünden vazgeçtiği zaman insanlığının özünden, haklarından ve hatta insan olarak ödevinden vazgeçmiş olur.” diyen Rousseau’a göre özgürlüğün ön koşulu eşitliktir. Ancak bu yolda “özel mülkiyet”i en büyük düşman olarak görür ve insanların sefaletinin, isyanının, huzursuzluğunun bundan kaynaklandığını söyler.
“İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kökeni” konuşmasında, uygarlık yolunda atılan her adımın insanları eşitlikten uzaklaştırdığını söyler. İnsanlar arasında önce doğuştan gelen sağlık, beden gücü, zeka ve ruh yönünden eşitsizlikler vardır, sonrasında da siyasal anlamda eşitsizlikler doğar. Doğa durumunda “iyi” olan insan, özel mülkiyet ve bunun yarattığı hırs ile acıma ve merhamet duygularını yitirir. Uygarlaşan, mülkiyete değer veren insan kurumsallaşma arzusuyla, akıl yürütmeyi, duyarlılığın önüne koyar ve gittikçe ayrışır.
Eşitlikten Vazgeçmek: Hobbes ve Locke
Thomas Hobbes’a göre ise Rousseau’nun aksine insan doğal koşullarda hem bedensel hem de zihinsel yönden eşittir. Bu tezini de çok ilginç iki yere dayandırır: “Bedensel bakımdan eşittirler, çünkü bedensel olarak zayıf biri hileye başvurarak ya da başkalarıyla birleşerek çok güçlü birini öldürecek hale gelebilir.Zihinsel olarak da eşittirler, öyle ki insanlar kolay kolay çevrelerindeki kimsenin kendilerinden daha zeki ya da daha bilgili olduğunu düşünmez, herkes zekasından oldukça memnundur. Bu, insanların bu alanda eşitsizliğini değil, tersine eşit olduklarını kanıtlar aslında. Çünkü bir şeyin eşit pay edildiğinin en büyük kanıtı, herkesin kendi payından memnun olmasıdır.” (Hobbes)
Ancak Hobbes’a göre bu doğal koşullar oldukça kasvetli, zalim ve ilkeldir. İki eşit olan insan aynı şeyi istediği anda, bir çatışma ortamı olur ve bu durum güvensizlik yaratır. Ünlü “İnsan insanın kurdudur.” sözü de buradan gelmektedir. Bu ilkel düzenden kurtulmak için haklarını toplumsal bir sözleşmeyle devreder. Modern toplumda “yaşamak”, “özgürlük”, “eşitlik” gibi kavramlar yasalarla sınırlandırılır, ne kadar özgür veya eşit olacağımız bizden çok daha egemen yapay bir gücün kontrolü altındadır.
Toplumlar siyasetin temelinden tanrısallığı çekip yerine insanı ve insanlığı koydukça, eşitlik çeşitli alanlarda kendine yer edinir. Bu noktada klasik düşüncenin savunduğu “insanlar eşit doğmaz ama eşit olmanın yollarını arar.” anlayışı yerini modern düşünceye, “insanların eşit olduğuna ama çeşitli sebeplerle doğan eşitsizliklerin önüne geçilmeye çalışıldığına” bıraktı.
Bu durumu etkileyen şeylerden biri de, bütün dünyada aynı anda etkisini gösteren bir anlayış oldu. John Locke, insanın “boş bir levha” olduğunu ve deneyimlerimizin, akıl yürütmemizin var olan birikimimizi oluşturduğunu öne sürdü. Ona göre insan tabiat durumunda özgür, eşit ve bağımsızdı. Kendi arzuları doğrultusunda yaşayan bireyler emekleri ve çabaları karşılığında istedikleri mülkü edinebilirdi. Ancak işleyişteki kuralsızlıkları ve hukuki dengeyi sağlamak için üst bir otoritenin, politik bir yönetimin varlığına ihtiyaç vardı; zira herkesi kendi otoritesi olduğu bir toplumsal yapı düşünülemezdi.
Modern Dünyada Eşitlik
19. ve 20. Yüzyılla birlikte köleliğin kaldırılması, demokratik arayışlar, insanların kaderinde söz sahibi olma arzusu; eşitlikle ilgili tartışmaları da beraberinde getirdi. Dünyanın çoğu yerinde hala cinsiyete, cinsel yönelime, ırka ve dine dayalı ayrımlar sürse ve insanların mücadelesi devam etse de; paylaşılmaya çalışılan değerler üzerinden çeşitli eşitlik tanımları ortaya çıktı. Ahlaki eşitlik, kanuni eşitlik, politik eşitlik ve fırsat eşitliği; günümüz toplumunun huzuru için en kritik başlıklardan bazıları.
Ahlaki Eşitlik
Her insanın, diğer insanlarla ortak haklara sahip olduğu ve sadece insan olduğu için itibar görmeye değer olduğu ilkesidir. Bir kişinin farklı dinden, ulustan ya da cinsiyetten olması onu diğerlerinden değersiz kılmaz, ya da başka insanların hayatına saygı duyduğu sürece kendi hayatını istediği gibi yaşama hakkı vardır.
Bu ilke kesinlikle insanların ahlaken eşit olduğu anlamına gelmez. Yaptığı eylemlerde ötürü daha iyi veya daha kötü olarak nitelendirilebilen insanlar elbet vardır. Ancak kötü insanların da yaşamı değerlidir. İdam konusunda yıllardır süregelen tartışmalar, aylardır Amerika’da süren “Black Lives Matter” eylemleri, LGBT topluluğunun eylemleri, dini motivasyonlara dayanan terörizm; hepsi aslında çok temel bir ilkenin kavranmasına bakmaktadır.
Kanun Önünde Eşitlik
Ahlaki eşitliğin sonucu olarak nitelendirebileceğimiz bu eşitlik, hukukun, o durumla ilgisi bulunmayan tüm dış etkenlere karşı “kör” olmasını içerir. Herhangi bir maddi, sınıfsal ya da etnik ayrım, yasaların uygulanış yöntemini değiştirmemelidir. Hukuk devletlerinin en temel unsurlarından biri olan bu ilke, Fransız İnsan Hakları Bildirgesi’nin 1789’da ifade ettiği haliyle işleniyor olsa, dünyanın her yerine sinen huzursuzluk ve güvensizlik duygusundan kurtulmak bir parça daha mümkün olabilirdi. “Kanunlar herkes için aynı olmalıdır. … ve sahip oldukları erdemlerin ve yeteneklerin yarattığı ayrımdan başka bir ayrım olmadan, görünüşte eşit olan herkes, farklı becerilerine göre her türden ünvanı, mevkiyi ve görevi almaya aynı derecede lâyıktır.”
Politik Eşitlik
Çocuklar, zihinsel engelliler veya suçlular gibi, temel ihtiyaçlarını ve ülke çıkarlarını gözetmekte sorun yaşayan insanlar hariç, herkesin oy verme hakkının bulunmasıdır. Ortak kararlar alınacağı zaman, tüm insanların çıkarları dikkate alınmaya değerdir.
Ülkemizde Atatürk’ün ileri görüşlü ve çağdaş yaklaşımından dolayı böyle bir mücadele vermemize gerek kalmamış olsa da, Suudi Arabistan’da 2015 yılında kadınlara oy verme hakkının verildiğini hatırlamak gerekir. Pakistan’da ise “İslam dışı” olduğu gerekçesiyle kadınların yasal hakkı olmasına rağmen %10 oranında seçimlere katılması da hala var olan bir durum.
Fırsat Eşitliği
Günümüzün en büyük hayallerinden ve en alevli tartışmalarından biri: Fırsat eşitliği. Her insanın içine doğduğu hayat ve elinde bulunan imkanlar bu kadar farklıyken fırsat eşitliği ne kadar tutarlı bir hayaldir?
Fırsat eşitliği temel olarak bütün insanların eşit imkanlarla hayata başlaması ve eşit koşulların olduğu bir oyun sahasında olmasını içerir. Amerikan ve Fransız devrimlerinin de temeli budur.
Margaret Thatcher’ın ifade ettiği “eşit olmama hakkı” da burada önemli bir noktadır. Ona göre insanlar hayata eşit başlasa da yarış eşit bitmemelidir, kendini yetenekleri doğrultusunda geliştiren insanlar, politik, ailevi, maddi sebeplerden değil; becerilerinden dolayı hak ettikleri terfiyi almalıdırlar.
Ancak insanların yaşadıkları hayatlar, büyüdükleri aileler arasındaki uçurum bu kadar derinken ortak bir oyun sahasından bahsedebilir miyiz? Bu noktada fırsat eşitliğini, maksimum fırsatlar ilkesi olarak tanımlamak daha yerine olacaktır; günümüzde uygulandığı biçim de budur. Kırsalda yaşayan çocuklara kolejler açmak gibi bir motivasyonun varlığı söz konusu değildir, onların bulunduğu çevrede alabilecekleri maksimum verim hedeflenir.
Tam bir fırsat eşitliği sağlamaksa totaliter bir rejimi gerektirebilir, durumu el veren insanların daha iyi bir eğitim, daha iyi bir hizmet almasına devletin müdahelesi ya da sıcak bir ortamda büyümeyen çocukların ailelerinden alınması gibi uygulamalar, sistemi döndüren ekonomik ve toplumsal ilkelere ters düşmektedir.
***
Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Ruth Bader Ginsburg, RBG, kadınların eşit hak mücadelesi, azınlık hakları ve ayrımcılığa karşı görüşleriyle Amerikan tarihinde bir efsaneydi. Kadınlara çalışma hayatında eşit maaş veren, anne olan kadınların iş hayatındaki varlığını destekleyen şirketler parmakla gösteriliyor. Eğitimde fırsat eşitliği sağlayan Hollanda, Finlandiya gibi ülkeler; UNICEF tarafından "okul öncesi eğitimde eşitsizlik"te 41 ülke arasından 41. olarak belirlenen Türkiye'de, bir ütopya.
Her ne kadar dünya genelinde bu yönde adımlar atılsa da; eşitliğin bir lüks, fırsat eşitliğinin bir vaat olmaktan çıktığı bir düzen dileklerimizle...
Kaynakça
Nigel Ashford, Özgür Toplumun İlkeleri
Veli Urhan, Siyaset Felsefesinde Adalet, Eşitlik, Özgürlük
Semiha Akıncı, Eşitlik Kavramının Felsefi Kökleri
https://noktahaberyorum24.wordpress.com/2012/09/27/esitlik-kavraminin-felsefi-kokleri-semiha-akinci/
Işıl Bayar Bravo, Thomas Hobbes ve John Locke'un Doğal Hak Anlayışları
Stanford Encyclopedia of Philosophy, Equality
http://barakafikir.com/etik-adalet-ve-esitlik/
Yavuz Kılıç, Hobbes, Locke ve Rousseau'da Doğa Durumu Düşüncesi
Görseller:
BENZER YAZILAR
Şeker Portakalı-Jose Mauro de Vasconcelos
Klasikleşmiş eserler arasında olan Şeker Portakalı'nın konusu, kitapta verilen mesajlar, kitabın anlatım biçimin ve yazarın diğer ünlü eserleri.
Kırmızı Pazartesi-Gabriel Garcia Marquez
Herkesin bildiği fakat kimsenin hiçbir şey yapmadığı bir cinayet romanı '' Kırmızı Pazartesi '' Konusu, özeti ve yazarı hakkında ufak bir biyografi.